El Sanatlarını diğer bütün sanat dallarından ayıran özellik, üretilen sanat eserlerinin sadece göze, kulağa hitap etmesi değil aynı zamanda bir ihtiyaca cevap vermesi, fonksiyonel olmasıdır.
Birbirinden farklı ortamlarda, farklı zaman dilimleri içinde dünyanın her yerinde doğan, büyüyen, gelişen ve güncelliğini hiç bir zaman yitirmeyen Dokuma Sanatı, tarih silsilesi içinde abideleşmiş eserler vermiştir.
Dünyaca ünlü Türk Halı Sanatı ise, geçmişten günümüze dek yaşatılmış, teknik, malzeme ve desen olarak her zaman tam anlamıyla sanat olma özelliğini korumuştur.
Usta-çırak ilişkisi içinde anadan kıza, kayınvalideden geline aktarılarak günümüze değin ulaşan Türk Halıcılığı özellikle çeşitli yörelerde sorunlar yaşamaktadır.
Kaybolmaya yüz tutmuş, dejenerasyona uğramış, orjinalliğinden uzaklaşmış geleneksel el sanatlarımızın tanıtılması, yaşatılması, korunması ve geliştirilmesine hizmet etmek için yapılacak her türlü araştırma ve çabaya katkıda bulunmak amacıyla, yok olmak üzere olan Konya ili Derbent ilçesi, Küçük Muhsine köyü ve Başarakavak kasabası halıcılığı araştırma konusu olarak seçilmiştir.
Sanat, sanatçı ve sanat eserlerinin yaşatılması şüphesiz ilgili alana karşı oluşan duygusal bağlarla da ilgilidir.
Araştırma konusunun seçilmesinde, çocukluk anıları içinde kalan, üzerinde sofralar kurulan, düğünler bayramlar yaşanan, kapı eşiklerinden baş sedirlere kadar her yere serilen, ayrılıklara ölümlere sahne olan, aile
sanatçılarının birer birer yok olup miras olarak bir sonraki nesile bırakılan kırmızı zeminli halılar etkili olmuştur.
Araştırmanın planlanıp yürütülmesinde beni ilgi ve desteği ile yönlendiren ve güveni için Danışmanım Sn.Yrd.Doç. Firdevs TIRMAN'a, çalışmamın her aşamasında destek ve j'ardımları için Arş.Gör. Gülizar ÇELEBİLİK, Uzman Ahmet AYTAÇ ve Arş.Gör. Nurgül (ÇOBAN) KILINÇ'a,
Çizim aşamasını benim için kolaylaştıran sevgili öğrencilerim Özlem ve Pınar KARADERE'ye,
Son aşamaya gelincej'e kadar desteği ile yanımda olan Nilgün ERDOĞAN'a,
3CVİ
Beni bilgilendiren Derbent, Küçük Muhsine ve Başarakavak halkına, halı sahiplerine, tüm mesai arkadaşlarıma,
Kiliminden, cicimine, zilisinden, sumağına kadar sayısız dokuma çeşidinden söz edilir Anadolu'da. Her biri kendi içinde incelenmeye kalkışılırsa her biri bir derya olur çıkar insanın karşısına. Anadolu'da dokuma yapan kadının ne eğitimi vardır, ne desen kağıdı, ne kalemi. O desenini gönlünde çizer, ilmek ilmek elinde dokur. Hayvanını halıya dokur, koç boynuzu olur, keklik tırnağı olur, kendisini dokur eli belinde kız olur, çeyizini dokur sandık olur, tarağını dokur saç bağı olur, uğurunu dokur muska olur. Her bir desen isimlenir bulanık su olur, kertikli su olur, göl olur, gülçe olur.
Her dokumacı kadarda desen çıkar tezgahta. Sınırlamak mümkün olmaz. Aynı çiçeği Edirne'deki başka Kars'taki başka gözlerle görür, başka ellerle dokur. Ajmı çiçek Anadoluda ki dokumacı kadar motif olur.
Dr. Mehmet önder bir anısını anlatır;
Alman araştırmacı Prof. Dr. Kurt Erdman Konya Alaeddin Camiine geldiğinde içeri girer ve kulaklarım tıkar. Bu kadar gürültüye dayanamıyorum diyerek dışarıya fırlar. Bir müddet sonra içeriye girdiğinde sorarlar. Siz hangi gürültüden bahsediyorsunuz ?
- Duymuyormusunuz Milas bağıriyor ben buradayım, Bergama haykırmada benide gör, Hereke çağırıyor bende varım.
Renkleri ile konuşur, güler, desenleri ile gülümser, konuşur, ilmeğiyle ağlar, Anadolu halısı.
Anadolu'da yüzyıllardır halının öyküsü yazılmıştır. Oysa her Anadolu halısı kendi destanını yazmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder